banner62
BİST
8.026,27
ALTIN
1.905,03
DOLAR
28,89
STERLİN
36,58
EURO
31,38

Türkiye Cumhuriyeti’nin tek parti yönetiminde (1923-1950) laiklik adı altında topluma kısmi haklar tanınırken, göstermelik de olsa demokrasi hedefleniyordu. Ancak bu hiçbir zaman gerçekleşemedi. Zira bu dönemde bütün etnik kimlik ve inançlar yok sayılarak, tek tipleştirme politikaları yürürlüğe konularak, tek millet, tek devlet, tek bayrak adı altında milliyetçi ve ırkçı politikalar bütün bir cumhuriyet tarihi boyunca hep yürürlükte kaldı. 

Tabii bu cumhuriyetin kurucuları arasında 'Türk İslam Cumhuriyeti'nden yana olanlar da vardı. Bu İslamcı çevrelerin istekleri tamamen yok sayılmadı.Her ne kadar bu alanda bazı yasaklanmalar ve baskılar uygulandıysa da, dincilerin illegal ama daha çok legal faaliyetleri hep süregeldi. Bu dönemde birçok etnik kimlik ve inançlar üzerinde baskıcı ve katliamcı politikalar (Koçgiri Katliamı, Şıh Said İsyanı Katliamı, Dersim Katliamı vb.) yürürlüğe konulurken, dinci faaliyetler bu kadar ağır baskılar görmedi ve adeta korundular!

Tek parti yönetiminde, ortaçağın ürünü ve kalıntıları olan toprak ağalığı, aşiret beylikleri ve dini/dinci otoriteler, tasfiye edilmediği gibi, bu unsurlarla iktidara gelme veya iktidarda kalma uğruna, yan yana durma politikalarından vazgeçilmedi hiçbir zaman. Oysa Avrupa, (batı) 1789 Fransız Devrimi ile feodal düzenin bütün unsurlarını söküp atarken, Avrupa kentlerinde kiliseler müzeye dönüştürülürken; bizde ise tam tersine feodal düzenin bütün unsurları her alanda korundu. Ve bu nedenden dolayıdır ki, siyasal alanda baskıcı ve otoriter politikalar tek parti yönetiminin esas yönetimsel biçimi oldu. 

Oysa bu dönemde, cumhuriyetin ekonomik kalkınma alanında olumlu girişimleri söz konusuydu. Bu da ekonomik gelişmeyi sağlamada kısmen sanayileşmeyi önemsiyor olmalarıydı. Dokuma (Sümerbank), madencilik (demir çelik), kâğıt-selüloz (SEKA), cam-şişe, çimento sanayi, kimya, seramik, uçak fabrikası vb. gibi sanayileşme girişimleri bu dönemde başlatılmıştır.

Aynı olumlu gelişmeyi eğitim alanında Köy Enstitüleri’nin kurulmasında (1940-1950) görüyoruz. Belki de cumhuriyet döneminin en önemli projelerindendir Köy Enstitüleri. Toplumdaki uyanışı ve bilinçlenmeyi sağladığı için, toprak ağaları, aşiret beyleri ve dinci kesimler tarafından istenmemiştir. O nedenle bu okulların ömrü fazla uzun sürmemiş ve hemen kapatılmışlardır. 

Köy Enstitülerin kısa süren eğitim-öğretim sürecinin, toplumun önemli kesiminde olumlu değişim ve dönüşümlere yol açtığını görüyoruz. Bunun en somut örneği 68 Kuşağı’nın bu temel üzerinden var olmasıydı. Cumhuriyet rejiminin yarattığı bozuk düzene karşı ilk toplumsal tepki ve eylemler bu kuşak tarafından dile getirilmiş ve bu düzenin değişmesi için, her türlü bedeli göze alarak yoğun bir mücadele içine girmişlerdi.

Bu durum, egemen çevreleri endişeye düşürmüş olmalı ki, “Türkiye’de sosyal gelişme ekonomik gelişmeyi geçti” diyerek 12 Mart 1971 Askeri Darbesi’ni yürürlüğe koydular. Bu askeri darbe 68 Kuşağı'nın simge isimlerinden Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan’ı idam ederken (6 Mayıs 1971), Mahir Çayan ve dokuz arkadaşını Kızıldere'de kaldıkları evi havadan bombalayarak (30 Mart 1971);Sinan Cemgil ve arkadaşlarını ise Nurhak’ta pusuya düşürerek (31 Mayıs 1971) katlettiler. 

Yine bu dönemin önemli devrimci figürlerinden İbrahim Kaypakkaya’yı ise hareketi hakkında bilgi vermediği için işkencede (18 Mayıs 1971) katledildi.  68 Kuşağı’nın önde gelen bu isimleri, dönemin en iyi üniversitelerinde ve fakültelerinde okuyan yurtseverlerdi. “Yaşasın halkların kardeşliği” ve “Bağımsız Demokratik Türkiye” sözleri, gerçekleştirmek istedikleri “Beyaz Zambaklar Ülkesinde” anlatılan düzenin sloganlarıydı. Ben de bu kuşaktan biri olarak hepsini saygıyla anıyorum.

Toplumsal mücadelelerin bastırılmasında, vukuatlı cumhuriyetin yaptığı başka katliamları yeri gelmişken hatırlatmakta fayda görüyorum. 19/26 Aralık-1978 Maraş Katliamı, 2 Temmuz 1993 Sivas Madımak Katliamı, 1994 yılı köy yakmaları ve boşaltmaları, 12/16 Mart Gazi Katliamı, 20 Temmuz 2015 Suruç Katliamı, 10 Ekim 2015 Ankara Gar Katliamı gibi… Bu katliamlarda yüzlerce insanımız katledilirken, milyonlarca insanımızda yerlerinden edildi.

Türkiye, 1950 seçimleriyle birlikte ilk defa çok partili sisteme geçiş yaparak, günümüze kadar çok partili parlamenter düzeni sürdüre gelmiştir. Bu yetmiş üç yıllık parlamenter sistem, hep çalkantılar içinde varlığını sürdürmeye çalışmış; gelişen toplumsal olayların ihtiyaçlarını karşılamak yerine, bu ihtiyaçları askeri darbelerle bastırmaya çalışarak, siyasal iktidarlarını sürdürmeye devam etmişlerdir.

Bu askeri darbelerin içinde, ülkede ve toplumda en ağır tahribatı yapan ise, 12 Eylül 1980 Askeri Darbesidir. 1970’li yıllarda toplumda düzene karşı gelişen öfke ve memnuniyetsizlikler, iktidar çevrelerinde telaşlara yol açmıştı. Toplumun ihtiyaçlarını karşılamaktan uzaklaşmış, yorulmuş otoriter bir cumhuriyet düzenini istemiyorlardı artık. Bu düzeni değiştirip yerine insanca bir yaşamı, eşitliği, özgür ve bağımsız Demokratik bir Türkiye’yi kurma arzuları ve güçlü istekleri toplumun çoğunluğunun ortak istekleri haline gelmişti. 

Hâkim sınıflar ve iktidarları, varlıklarının tehlikede olduğunu ve sürdürdükleri düzenlerinin elden gideceği tehlikesini görünce, devreye 12 Eylül 1980 Askeri Darbesi’ni koydular. Bu darbeyle birlikte Türkiye de Askeri Faşist Diktatörlük ilan edilmiş oldu. Faşist diktatörlük, toplumun bütün örgütlü yapılarını dağıtarak; cezaevleri, askeri kışlalar ve spor salonlarında toplanma alanları oluşturarak, bu kesimler üzerinde ağır işkenceler, idamlar ve katliamlar uyguladılar. Diyarbakır Askeri Cezaevi, Ankara Mamak ve İstanbul Metris Cezaevleri bu işkence ve katliamların uygulama merkezleriydi. 

Ve sonuçta egemen çevreler, ülkeyi tekrar istedikleri gibi yönetme fırsatlarını elde etmiş oldular. Bununla birlikte otoriter-faşist bir anayasa ile birlikte, emperyalist ülkelerin dayattığı Serbest Piyasa Ekonomisi programını (Neo-liberalizm.) hemen yürürlüğe koydular. Yürürlüğe konulan bu ekonomik politikayla, halkın birikimleriyle yaratılan değerlerin ( SEKA, Tekel Fabrikaları, Et Balık Kurumu, Şeker Fabrikaları, Paşabahçe Cam Sanayi, Ereğli Demir Çelik, Etibank, TEDAŞ, Sümerbank, Cam ve çimento San. vb.)özelleştirme adı altında satışa çıkarılarak yağmalandı! Ve yine ekonomik üretimin önemli alanlarından olan tarım ve hayvancılığın çökertilmesi sonucu, halkın bütün tüketim ürünleri ve ihtiyaçları dışarıdan ithal edilerek, yoğun sömürü politikaları altında maalesef ülkemizi bugünkü duruma getirmiş oldu. 

1980 Askeri Darbesinin üzerinden kırk üç yıl geçmiş olmasına rağmen, ülkemiz halen 12 Eylül Askeri Darbe Anayasası’yla yönetiliyor. Bu sürenin son yirmi bir yılı, bugünkü iktidar (Cumhur İttifakı) tarafından yönetilmeye devam ediliyor. Bu iktidar, cumhuriyet tarihinin gelmiş geçmiş en yağmacı-talancı, soyguncu ve yolsuzlukların, ayyuka çıktığı bir iktidar dönemi oldu. Ülkemizin bugünkü gelişmişlik düzeyi, dünyanın en geri bırakılmış ülkeleri olan Gambiya, Brunei, Eritre, Uganda, Nijerya, Özbekistan, Tacikistan vb. ülkelerin gerisine düşmüş durumda! Dikkat çekici olan ise, bu ülkelerin hepsinin Müslüman ülke olmaları ve bazılarının İslamcı Monarşiyle yönetilmeleridir! 

Yazımın başında,“Türk İslam Cumhuriyeti”ni özleyen kesimler var demiştim. İşte bugünkü iktidar güçleri önemli oranda bu özlemlerini gerçekleştirmiş oldular. Dinci tarikat ve cemaatlerin yeniden sahneye çıkarak, birer ekonomik güç haline gelmeleri sonucu, iktidar ve devlet yönetiminde de etkili olmuşlardır. Kuran kursları ve tarikat yurtlarının yaygınlaşması, dinci eğitimin okullarda ve diğer alanlarda daha etkin ve yaygın hale getirilmesi, bugünkü iktidarın gayretleri arasındadır.

 Yüz yıllık Türkiye Cumhuriyeti Devleti; ilkeleriyle, kurallarıyla, yönetme biçimleriyle, halkların bugünkü ihtiyacını karşılayamamaktadır artık! Aksine bu ihtiyaçları demokrasi dışı yöntemlerle çözmeye çalışmaktadır. Bunun son yirmi bir yılı ve özellikle son on yılı, İslamcı-Irkçı faşist bir rejime dönüşmüş olan bugünkü iktidar tarafından yönetiliyor olmasıdır. Bu çağ dışı rejimin önüne geçilmezse, ülke İslami Monarşiye doğru gidebilir!

Türkiye toplumunun ekseriyeti bu otoriter “tek adam rejimi” yönetiminden kurtulmak istiyor. Önemli olan toplumdaki bu iradeyi açığa çıkarmaktır. Bunun için toplumun örgütlü yapıları olan muhalif partilerin, sendikaların, meslek örgütlerin ve sivil toplum örgütlerin, geleceğin Demokratik Türkiye’si için ortak ilkelerde ve temel prensiplerde bir araya gelmeleridir.

Bu ortak irade, II. Yüzyılın Türkiye’sini çağdaş demokrasiyle buluşturarak, yepyeni bir toplumsal yaşamı ve düzeni inşa edebilir. Yine bu ortak irade, devletin ve iktidar güçlerinin kırk yıldır bu topraklarda başta Kürt Sorunu olmak üzere, bütün toplumsal kesimlere karşı yürüttüğü iç savaşı sona erdirebilir. Bütün toplumsal kesimlerin etnik kimlikleriyle, inançsal yapılarıyla ve kültürel değerleriyle birlikte; herkesin eşit, özgür ve barış içinde yaşayabileceği Yeni Demokratik Türkiye’yi kurma yolunda mücadele birliği içinde olmalıdırlar.

Bu nedenle önümüzdeki seçimler hepimiz için önemli bir sınav olacaktır. Yıllardır dağınık olan sol-sosyalist çevreler, partiler, sendikalar, meslek odaları ve yöresel derneklerin hepsi, Emek ve Demokrasi ittifakı içinde yer alarak, HDP ile seçim işbirliği yapmaları artık zorunlu hale gelmiştir. Bu işbirliği, ilerici ve yurtsever çevrelerde yeni bir heyecanı ve mücadele etme azmini büyütebilir. Bu birlikte mücadele anlayışı aynı zamanda ezilen, çaresiz ve ağır sömürü altında olan diğer toplum kesimleri içinde bir umudu yeniden yaratmış olacaktır. Yüz yıllık cumhuriyetin yarattığı bütün kötülüklerden, özellikle bugünkü İslamcı-Irkçı Faşist Rejim'den kurtulmanın yolu budur, gerisi lafügüzaftır.

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.
Avatar
Osman Nuri Şenol. 2023-04-06 20:25:05

Yazı,kurulan Cumhuriyetin kuruduğu günden bu güne kadar geçirdiği devlet yönetiminin halklar için olumlu,olumsuz uygulamarına ışık tutarak,yüz yılın görülmesini sağlamıştır.
Faşizme karşı halkların ve yurdun bağımsızlığı uğruna verdikleri mücadelenin bize bıraktıkları mirasa,zamanın koşullarını da özümseyerek devam ettirmek görevi bizi beklemektedir.Anılarına saygıyla,bu yazıyı kaleme alan Muzaffer arkadaşıma teşekkür ediyorum.