Edebiyat, Arapça “Edeb” kelimesinden oluşan dille gerçekleşen güzel sanat ve eserlere verilen addır. Edebiyat, duygu ve düşünceleri, kişinin toplumda yaşadıkları acı ve sevinci çelişkileriyle birlikte karşısındakine anlatan bir araçtır.
Günümüzde insanlar duygu ve düşüncelerini, acı ve kederlerini birbirine anlatabiliyorlar mı? Birbirlerini anlayabiliyorlar mı?
Etrafımızda vuku bulan çatışmalar, itilmeler, savaşlar, yıkımlar, acı ve gözyaşları bunun zor olduğunu gösteriyor. Dünyaya baktığımızda etrafımız kan kokuyor. Kan neredeyse ellerimize bulaşacak kadar yakın bir mesafeye gelmiş gibi görünüyor. Müslümanlar, Hıristiyanlara, Hıristiyanlar Müslümanlara; Yahudiler Müslümanlara, Müslümanlar Yahudilere düşman. Dinci ateiste, ateist dinciye, Türk Kürde, Kürt Türk’e, Suni Alevi’ye vs…
Rusya’da, Ukrayna da, Filistin’de, Suriye’de, Irak’ta, Yemen’de, Afrika’da… Milletler, insanlar, dinler, ırklar, aşiretler, kabileler birbirine düşman. Milliyetçilik ve din eksenli çatışmalar ulusal sınırları aşarak dur durak bilmeden devam ediyor. Bir burgaç, sürüp gidiyor… Önyargılar düşmanlığa, düşmanlık savaşa dönüşüyor. Savaş düdükleri çalındı mı, yaşam, yaşam olmaktan çıkıp cehenneme dönüyor; kan akıyor oluk oluk. Nereye böyle? Ne olacak? Hep öldürecekler mi birbirini bu insanlar? Kan durmayacak mı? Düşmanlık bitmeyecek mi?
Anadolu coğrafyasına baktığımızda, bu topraklarda Ermeniler, Ezidiler, Türkler, Kürtler, Zazlar ve Aleviler yaşıyordu. Şimdi bunlar nerede? Birçoğu dağıldıveya dağıtıldılar. Nereye gittiler bunlar? Bunlara ne oldu? Kim itti, kim kaçırdı, kim öldürdü? Bunlar birbirine dost muydu? Hangi dili konuşuyorlardı? Birbirini anlıyorlar mıydılar?
Belki birbirine kısmen dost ve komşuydular ve birbirini anlıyorlardı. Ama kırıldılar.Birbirlerini anlamış olsalardı, birlikte yaşar, birlikte şarkı söyler, birlikte gülerlerdi.
Edebiyat, insanların birbirlerini tam da anlamadıkları bir zamanda daha da önem kazanmaktadır. Çünkü edebiyat,uzun yıllar yan yana yaşamış karşı ırka, karşı millette, karşı dine mensup komşusunu hiç korkmadan, çekinmeden öldüren insanları şiddet ortamdan uzaklaştırmayı hedeflediği gibi, acılarının da ortak insani acılar olduğunu anlatmaya çalışır. Kısaca edebiyatla daha güzel konuşuruz, daha güzle şarkı söyleriz, daha güzel güleriz ve daha güzel severiz. Severiz, çünkü şiddete maruz kalmış herkes –güçlü veya güçsüz- acı çekmiştir. Edebiyat, birbirini anlamakta zorluk çeken, sürekli şiddet sarmalında kıvranan insanların acılarını -bireysel veya toplumsal- olarak anlamalarını sağlar.
Bu görüşe karşı çıkanlar da vardır. Edebiyatın önemsiz olduğuna inanan az sayılmayan insan bulunmaktadır.“Edebiyat, sanat? Ne işimize yarar? Kurşunlanıyoruz, bombalanıyoruz, susuz kalıyoruz, aç kalıyoruz, küresel aşırı sıcaklıkta yanıyoruz, su bulamıyoruz, kış geldiğinde ısınamıyoruz. Ne işimize yarıyor? Neden edebiyat?”
Buna karşı da argümanları olanlar vardır: “Kardeşim, kim size dünyaya gelin demiş? Gelir gelmez ilk iş olarak etrafınızı çitliyor, sonra da birbirinizi kırıp ortalığı kan gölüne çeviriyorsunuz? Dünyaya gözünüzü açtınız ama dünyaya, dünyanın güzelliklerine, doğasına en ufak bir saygınız yoktur. Madem dünyaya geldiniz doğaya saygı duyun! Doğanın size en ufak bir ihtiyacı yok ama sizin dünyaya, doğaya, suya ve çevreye, insana ihtiyacınız vardır. Ne acıdır ki, siz çok acı üretiyorsunuz.Acının, zorun, zora karşı hakkın, aşkın ve sevginin olduğu yerde edebiyat da vardır. Vardır, çünkü edebiyat, yaptıklarınıza ayna tutup, aman ha yapmayın, kendiniz de acılar içinde boğulacaksınız,” der.
Yaşanan tüm bu olumsuzlukların sebebi, insanın doğuştan edindiği bir özellik mi, kıskançlık mı, doyumsuzluk mu yoksa anarşistlerin belirttiği gibi tüm kötülüklerin ana kaynağı özel mülkiyet midir? Bunu da yine hakikat peşinde olan edebiyata bırakalım.
Edebiyat! Yazar neden yazmak ister? Yazar yazmak ister, çünkü özel mülkiyete mahkûm olmuş insanların –Platonun mağara alegorisinde olduğu gibi- acı çektiğini görmüş ve karşısındakilere anlatması gereken çok önemli şeylerin olduğunu söyler. Yazarın aktarmaya değecek şeyin var olup olmadığını ancak yazıya döküldüğünde anlarız. Bunu mahkûmlara anlatmak, inandırmak kolay olup olmadığı yine edebiyatın, sanatın işidir; onun beceri ve hüneridir.
Neden ille de yazmak isteriz. Yazmak bir kaçış mı? Bir sığınma mı? Bir tutunma mı? Belki de kaçış, belki de sığınma, belki de bunların hepsi. Aşk, sevgi, ihanet, korku, endişe, gelecek kaygısı, tehdit ve ölüm… Hepsi bir arada, hepsi edebiyatın, sanattın içindedir.Herkesin kendine göre bir yazma nedeni vardır. Kimine göre aşk, kimine göre ihanet, kimine göre gözyaşı… Yazmak, özgürlük istemenin bir biçimidir, der Sartre. İyi bir yazar, iyi bir aydın, içinde yaşadığı zamanın ve çağın dünyasına sırtını çevirmez. Yaşadığı dönemin gerçeklerinden, çıkmazlarından esinlenerek yazar. Sanat ancak başkalarının aracılığıyla var olabileceğine inanır ve dolayısıyla yazar yalnız kendisi için yazmaz.
Edebiyat hakikatten ne işe yarar? Parası yok, pulu yok, okuyanı yok, tartışanı yok. Olsa da sınırlıdır. O zaman neden edebiyat? Ne işe yarar?
İnsanlar sayısal, mühendis, yazılımcı gibi bölümlerin daha yarar getireceğine inanırlar. Edebiyat parasal olarak fazla yarar ve maddi imkan sağlayamayabilir ama birçok insan için tarihten ders çıkarma, ufku genişletme, dünyayı, farklı kültürleri tanıma gibi bir kapı işlevi gördüğü açıktır. Dünya hakkındaki zihnimiz ve algımız gelişir, olup bitenleri daha iyi anlamaya başlarız. Eleştirel düşünce becerilerini geliştiririz. Başkalarının kültür ve inancalarını daha iyi anlarız. Okuma yazma becerisini, zihinde de bilgiyi geliştirir.
Edebiyat, bizi daha iyi bir insan yapmasa da, bu arayışta bize yardımcı olma konusunda önemli bir rol oynayabilir ve aynı zamanda kendimizi anlamaya yardımcı olur ve önemli bir eğlence ve zevk kaynağı olur; bizi bizden çıkarıp başka mekânlara, başka zamanlara ve başka yaşamlara götürür ve geçmişi tutarlı kılmaya çalışır.
Edebiyat aşk gibi büyülü ve çekicidir, hem coşturur hem de kıvrandırır, acı çektirir. Edebiyat, kurmacalar her ne kadar zararsız görünse de, özgürlüğü kullanmak ve özgürlüğü engellemek isteyen dindar, ya da laik ama otoriter kişilere karşı sesini yükseltmektir. Bundan dolayıdır ki, diktatörler, baskıcı faşist rejimler, kökten faşizan dinciler, askeri rejimler edebiyatı sevmez, onu hep kontrol etmek isterler.
Yazım dilinin geliştiğinden bu yana, orta çağdan, engizisyon dan günümüze kadar baskıcı yöneticiler, edebiyatı, kurmacayı kendine tehdit olarak görmüş, yer yer, zaman zaman yasaklamıştır. Yazarlara karşı baskılar süregelmiştir: İspanyada, Latin Amerika da, Anadolu da… Nesimi, Pir Sultan Abdal, sonraları Sabahattin Ali. Nazım Hikmet, İspanya da FedericoGarcia Lorca, Latin Amerika’da Neruda… Ama edebiyat durmak bilmez, yazarlar da susmak bilmez, dilini yazıya döker…
Edebiyattan bahsetmişken, kısaca Zazaca dilinde yazılan bir yazarın yeni çıkmış bir eserinden bahsetmek isterim. Kitabın ismi “Lorıka Domonu (Çocukların Ninisi).Yazar Şahin Çiçek, bize anlatmak istediği bir şeylerinin olduğunu söylemektedir.
Sayın Şahin Çiçek, kendi okurları için –evrensel okurlar için- kendi anadili Zazca, “LorıkaDomunu” romanını yazdı. Roman Ağustos 2023’de Fam Yayınlarında çıktı. Tebrik ediyorum. Roman dilinde tutarlıdır, kelime haznesi zengindir. Kelime olarak zengin olduğu kadar da acı doludur. Acıların da okunması, anlaşılması gerekir. Tabii ki dilin güzelliği ve zenginliği yanında biçim de önemlidir. Sayın Çiçek romanına başlar başlamaz kurgusunu karakterler üzerinden değil de direkt olayların karmaşasından, acıdan, gözyaşından başlamış, yaşanan acıları birebir anlatmaya başlamış. Yaşananları, olayları karakterler üzerinden kurgulamış olsaydı –gerçi romanın sonraki bölümlerinde bu görülür- yapıt daha başarılı olacağının inancındayım. Başlangıç kısmı bana biraz sıradan gelmiş olsa da yazımdili güzel ve çekici. Sevdim. Eser ilerledikçe daha güçlü, daha çekici bir yapıya bürünür. Zevkle sonuna kadar okudum. Zazaca bilenlere önemle önereceğim bir yapıt. Okuyuculara şimdiden iyi okumalar diliyorum.