• “Ma kerdime kor, roşti ra morım verdayme. Zonê Ma fekê ma de ceriya, ma mısnayme ju zonê de newe. Zonê Ma, can u roê ma vi, roştiya çımunê ma vi. Fam u aqıl ve izanê ma ki Raa Ma viye. Raa Ma morru. Raê bê zona, Korrêmora bêroştiya…”
• “Işığımızı çaldılar, kör ettiler bizi. Yeni bir dil öğrettiler bize... Dilimiz bizim ışığımız, bilgimizse yolumuzdur. Yol ise yılandır. Dilsiz yol, ışığını kaybeden köryılana benzer…”
“Küçüklüğümüzde bize masallar anlatılırdı. Masallar başkalarının büyülü yalanı olsa da bizim hakikatımızın gizlendiği bir sandıktır. Doğru anahtarla bu sandığı açar, kat be kat besler, içine saklanan hazineye ulaşırsın. Dedem Mirz, bize Korrêmore’nin yani Köryılan’ın hikayesini anlatırdı. Ezberlemiştik bu masalları ama yine de geceler boyu dinlemeye doyamazdık. Bizim gıdamız, havamız, suyumuzdu bu masallar…”
Bu derleme çalışmasında, bu masalın sunumu için alıntıladığım bu paragraf sevgili yazarımız Remzi Aydın’ın “38’lik Mıh” adlı Dersim’e dair 1937-38 yıllarına ait bir zorunlu göç-iskân hikâyesinden. Remzi Aydın bu eserinde sadece bir ailenin başına gelen bir sürgünü ve acıları yazmamış; aynı zamanda bu ailenin mensubu olduğu Dersim Kırmanc toplumunun dilini ve inancını da ele alan kültürünün felsefi el kitabını da yazmış gibi. (Asmên Ercan Gür)
“Korrêmore”
Waxto ke Korrêmore ama riyê dina, wayirê dina kemera almoşti dave cı: Eke biye vêsane, xorê şêro roşta daye de bıçero. Korrêmore korra. Peroz kuna ra, pesewe fetelina.
Vanê: “Korrenia Korrêmore roşta tiji rawa.” Korrêmore tari u zılamote de eve berreqayisê kemera xuya almoşti vinena. Eke bi tari, bena tever sona, cao vasın (khêwe) kena saê, vinena. Bınê zonê xora kemera almoşti vezena, lewê xode nana ro. Roştia kemera almoşti de çerena.
Mordemê ke bêro rastê Korrêmore bo, çewt bo, kemera aye bicêro; vozdo şêro peyê hawt kou ki, Korrêmore sona ey kena saê, peyê hawt kou de ey vinena, kemera xuya almoşti cıra cena.
Korrêmore ke dar u beri ra, kemer u kuçi ra, theyr u thuri ra perskero; têde yaz u yaban yeno’ra zon, cüav dano cı. Bado, mordemê niadano ke, Korrêmore hawa roşta kemera almoşti de çerena. Dızdiya beno nejdi, beno pıro, almosta daye ceno vozdano, sono çhemi serde vışino bover.
Korrêmore kuna'ra dıme, rastê dar u beri bena, rastê kemer u kuçi bena. Pêrune ra pers kena, vana; “Mordemê kemera mına almoşti gurete rema şi; thawa sıma di, nêdi?” Dar u ber, kemer u kuç yeno´ra zon, vano:
“Heya, mordemê ame ita ra vêrd ra hetê çhemi ser şi.” Korrêmore mordemi dıma yena fekê çhemi, cıra perskena, vana:
“Çhemo! Mordemê kemera mına almoşti gurete rema! Thawa to sera ame şi, nêş; to di, nêdi?” Çhem yeno'ra zon, vano:
“Heya; mordemê ame şi, mı di. Dest de kemera almoşti biye, vışiya bover, şi. Hama, o çhemo ke mordem sera vışiya bover, o zovina çhem bi, a ağwa zovina çhemi biye. Ağwa yi çhemi vêrde ra şiye, ez nıka zovina çhemune!
Korrêmore sas bena, xo-xode vana: “Ala na taliyê mıde niade! Dar u ber, kemer u kuç hurêndia xode ro, ma na ağwa çhemi çaê vurina?
Coka vanê: Dina de her çi vurino, xo keno newe. No hal u durum, jê jü filozofiyê hometeo.
“Köryılan”
Köryılan dünyaya geldiği zaman kâinatın sahibi ona elmas taşı verdi. Aç kaldığı zamanlar bu taşın ışığıyla gidip otlanabilsin, beslenebilsin diye. Köryılan tabii ki kördü. Gündüzleri uyuyan bu yılan, geceleri çıkıp gezerdi.
Derler ki, köryılanın körlüğü, güneşin ışığındandır. Köryılan gecenin karanlığında, taşın yaydığı ışık sayesinde görürdü. Gece olduğunda dışarıya çıkar ve taş ışığı sayesinde gezip, besinlerini fark ederdi. Eğer bir adam eğilip yılanın taşını alırsa; yedi dağ aşsa bile kör yılan gidip onu arar, onu yedi dağ ardında bulur ve taşını onun elinden alırdı.
Köryılan adamı ararken kayaya, taşa, hayvanlara, kuşlara sorar; tüm yaban-doğa dile gelip ve cevap verirdi. Sonra adam bakmış ki, köryılan taşın ışığında otlanıyor, dolanıyor. Gizlice ona yakınlaşır, taşı ondan alıp kaçarak nehrin üzerinden karşıya geçer.
Köryılan adamın peşine düşer, ağaçlarla çalılara, kayalarla taşlara dek gelir. Hepsine de sorar, der ki,“Adamın biri benim ışık yayan elmasımı alıp kaçtı. Siz onu gördünüz mü, görmediniz mi?”
Ağaçlarla çalılar, kayalarla taşlar adama cevap verir: “Evet, adam geldi buradan geçti, yoldan ilerleyerek nehre doğru gitti.”
Köryılan adamın peşinden giderek nehrin kaynağına ulaşır, ona sorar, der ki; “Nehir! Adam benim ışık yayan elmasımı alıp kaçtı. Bir şey senin üstünden gelip geçti mi, geçmedi mi?” Ama o nehirdir ki adamın gelip üzerinden geçtiği su değildir. Bu su sonra kaynaktan çıkan sudur. “O su akıp gitti, ben başka bir suyum.”
Köryılan şaşırır, kendi kendine der ki, “Hele bu benim kara talihime bakın! Ağaç çalı, kaya taş yerli yerindedir, ama bu nehrin suyu neden değişiyor?”
O yüzden derler ki, Dünyada ne varsa sürekli hareket halindedir, kendini yeniler. Bu misaldeki durum, filozof bir halkın durumudur aslında.
*
Masal bitmiş, son nokta konmuştu. Ateş konuşuyor insanlarsa susuyordu. Alev söylenenleri ispatlar gibi, sürekli yenileniyor ve değişiyordu. Duvara yansıyan alev dahi sürekli değişiyordu. Kendini Anka kuşu gibi yeniliyordu. Yaşlı adam Avdılî’nin gözlerine baktı. Ateşin ışığı heyecanla orada titriyordu.
Dedem Mîrz derdi ki, “Masalların da zahir ve batın yönleri vardır. Dış yönünü size anlattım, iç yüzü görmek için dış yüzü gören gözü kör etmek gerekir ki hakikate varabilesin. İnsan bedenini hareket ettiren şey, ne kemik ne de ettir. Şayet öyle olsaydı, mezardaki insanlar orada uyumaz, kalkar gezerdi.”
Avdılî heyecanla, “İçimizdeki insandır, he mi?” diye sordu.
Uzun süredir bu evin kapısını vurmayan kahkaha o gün misafir olmuştu. Bir nefeslik dinlenmişti adeta. Yaşlı adam gülümsedi:
“İnsanı hareket ettiren şey ruhtur. Beden ruhun elbisesidir. Gelelim bizim masalın ruhuna;
• “Cümle âlem uyuduğunda Korrêmore uyanıktır.Cümle âlem beslenirken, dünya hengamesindeyken, bedeninin kaygısına düşmüşken, Korrêmore uykudadır. Cümle mahlukat Güneş ışığı ile görürken, yani gözleri ile dünya malını izlerken, Korrêmore bunu içinden çıkardığı taş ile yapar. Cümle mahlûkat gündüz gözüyle sohbet edip dertleşirken, Korrêmore bunu kendi ışığı ya da karanlığıyla yapar. Korrêmore karanlığın ışığıyla hareket eder. Gerçek ışık onunkidir, bizimkiyse dünya gibi yalandır. Gözümüzün ve aklımızın bize oynadığı bir oyundur…”
*
“Baba şayet burada kalırsam köryılan dönüşürüm. Ağzımdaki elmas, ışık benim dilim, yolum, insanlarım ve yaşam şeklimdir. Şayet elmasımı alıp kaçmalarına izin verirsem, nasıl etrafımı görürüm. Ruhumu besleyen kişiliğimi nasıl bulurum. Kimliğimiz, bizim ışığımız, dilimiz, yemeğimiz, rüyamızdır. Kişiliğini kaybeden insan dünya malının hepsine sahip olsa da mutlu olabilir mi? Ruhu o bedene sığar mı?..
Kurt ile köpek arasındaki farkı sen bana anlatmadın mı? Dilini, kimliğini, itikadını, cemini cemaatini unutan kişi, boynunda tasmayla kemikle beslenen köpekten farklı mıdır? Bir kurt gibi dağlarda açlıktan ama kendim olarak özgür ölmeye razıyım ben...
• “Anlaşıldı; dilimiz bizim ışığımız, bilgimizse yolumuzdur. Yol ise yılandır. Dilsiz yol, ışığını kaybeden köryılana benzer…”
Bilge insanlar mutludur. Onları mutlu eden şey, dünya malı değildir; bilginin zenginliği ve aydınlığıdır. Mıley Xori ve dedem Mirz, bizim toprağın ağzında kelamıyla ışık taşıyan Köryılanıydı. Ben bunu çok sonra farkettim.
• “Işığımızı çaldılar, kör ettiler bizi. Yeni bir dil öğrettiler bize. Yeni bir inanç donu diktiler bize, yolumuzu kaybettik…” *
Derleme: Asmên Ercan Gür ([email protected])
* “38’lik Mıh” Remzi Aydın. Notabene Yayınları. İstanbul-2019.